FUKAHA-İ KİRAMIN NAKİLLERİNİN

HULASASI VE BA’ZI İZAHAT

 

UZUN AYETİN TAKDİRİNE GELİNCE  

 

         Uzun ayetin takdirine gelince: Bir ayet ne kadar olursa uzun denir ve ne kadar olursa kısa denir.  Bunun takdiri örf ve adete göredir. Çünkü şer’an da tafsil edilmemiştir. Tafsil edilmeyince kendi bildiğiniz ve adetiniz veçhile takdir ediniz, denmiş oluyor. Ahalinin bildiği de çok olan, kümeli olan bir şeyi küçük ve büyük olmak üzere iki boy yapmak istediğinde onun heyeti umumiyesine bir defa bakar, göz karariyle birbirine nisbetle bir ortasını bulur, takriben ondan küçüğüne küçük, büyüğüne büyük der gider. Mesela bir karpuzcu gözünün önünde bulunan birkaç yüz tane karpuzunu küçüklü büyüklü iki boy yapıp ayrı ayrı fiyatla satmak istediğinde, karpuzların heyeti umumiyesine bir nazar eder. Küçüğüne ve büyüğüne bu suretle bir ilm-i icmali nasıl eder; ona göre satar. Karpuzların içinden her hangisi kendisine gösterilecek olursa o, büyükler kısmındandır, kilosu şu kadardır veya küçükler kısmandandır, kilosu şu kadardır diyiverir. Eğer büyükler kısmı küçüklerden adetçe per az miktar da olursa, az ufakları da büyüklere katıvermek de adettir. İnsanların adeti, böyle çok ve kümeli olan bir şeyin küçüğünü, büyüğünü böyle bilir. Mademki Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin uzunlarını, kısalarını takdir etmek örf ve adete bırakılmıştır, o halde onun takdiri de böyle olmak lazım gelir.

         Kur’an-ı Kerim’in  içinde (N-NUN) gibi bir farfli ayet var ve (Mudayyene) (Bakara suresi ayet: 282. Ayetül Kürsi Bakara suresi, ayet:255. (Nun) 68. sure 1. ayet) ayeti kerimesi gibi tam bir sahifelik ayet var. Ayetlerin uzunlarını, kısalarını bilmek için takriben ortasını bulur, ondan kısasına kısa ve uzununa uzun der, gider. Bu hesaptan ancak yarım sahife kadar olan ayetlere uzun ayet denebilecektir.

         Müteahhirinin zamanına gelinceye kadar Kudemai İslamiyye, ayetin uzununu ve kısasını bu adete binaen takdir etmişler. Ve uzun ayetler, kısa ayetlere nisbetle adetçe pek az miktarda olduğu için yine bu husustaki adete binaen biraz kısalarını da büyüklere katıvermişler. Onun için (Ayetülkürsi), yarım sahifeden haylice eksik olduğu halde o gibiler de uzun ayetlere katılarak, onlara da uzun ayet deyivermişler ve ondan kısasına kısa ayet demişlerdir. Şer’an muteber olacak sureti hal de budur.

         Yoksa bazı müteahhirinin dedeği gibi, en kısa üç ayetin lerini sayıp onu da üçle çarparak hasılını; kaç harf olursa onu belleyip o kadar harfi olan ayetlere uzun ayet demek, usulü fukuhadan riyavet edilen bir usul olmadığı gibi, şer’an muteber olacak evsafı da haiz değildir.

         Çünkü bununla mükellef olan umum halktır, umum halkın mükellef olduğu bir şey hiç olmazsa ekserisinin anlıyabileceği bir şey olmalıdır. Bir ayetin uzunu, kısası nasıl bilinir? Dendiğinde, bu usul kimsenin hatırına gelmez. Hatta söylense bile kafasına girmez. Mesala: bir adam namaz içinde fatihadan sonra unutur da bir ayet okuyup rukua varsa, rukuda iken okuduğu ayetin miktarında şüphe etse, eğer vacib miktarından eksik okuduysa, seçdei sehv lazım geleceğinden bu meselenin namaz içinde halli lazımdır. Bu meselinin namaz içinde bu usul ile halline, bu usulü icat edenler bile muktedir olamazlar. Çünkü mesele örfi bir şekilde değil, hesabi bir şekilde halledilecek olduğu için, okuduğu ayetin herflerini birer birer  saymak lazım gelir. Bu da zamana bağlıdır. Namaz içinde böyle şeylerle neşgul olmak da caiz değildir. Hatta bir ruku yapacak kadar zaman meşğul olsa, o namazın bu yüzden iadesi bile vacib olur.

         O halde bu nazariye, lüzumunda tatbik edilemez bir nazariye oldu.  Binaenaleyh böyle şeyler ahkam-ı şer’iye cümlesinden olamaz. Fakat bu mesele örf ve adet, veçhile halledilecek olursa, mümküdür. Okuduğu ayetin miktarında şüphe eden adam, Ayetelkürsi kadar oldu mu olmadımı diye hatırına alır almaz; oldu veya olmadı diye takriben hemen bir hüküm verebilir. Örf ve adette takrib muteber olduğu için, harf saymağa lüzum yoktur. Fakat hesabi olan şekilde takrib muteber olamıyacağından birer  birer harf saymak lazımdır. Bu da mümkün değildir.

         Şeriatın bir mesleği vardır. O mesleğe dikkat etmeyenler yanılabilirler. Şeriat, muhatabı umum halk olduğu ve havasından ziyade avamı, yani; tahsil görmemiş olanları çok olduğu için, bütün ahkamını, ekser halkın kolayca anlayabileceği ve kolayca yapabileceği şeyler üzerine bina etmiştir.  ( Yuridulahu bikumul yusr vela yuridu bikumulusr) (*)(Bakara, Ayet:185)  ayeti kerimesiyle bu dakikaya işaret buyurulmuştur: (Allah, size kolaylık olmasını ister, zorluk olmasını istemez) demektir. Ve bütün ahkamının kıyamete kadar kolaylık esasları üzerinde mahfuz kalması da muradı ilahidir. (Yessiru vela tuassirü) hadisi şerifi  de bu hususu izah etmektedir.  Bunun manası: Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız demektir. Fakat şeriatın ahkamında bir zorluk görecek olursanız lütfen onu düzeltiveriniz, kolaylaştırıveriniz demek olmadığı malumdur.

         Şeriatın, hiçbir kimsenin tashihine ihtiyacı yoktur. O halde bunun manası: kolaylık esasları üzerine  konmuş olan ahkamı-ı şer’iyyeyi çığırından çıkarmayınız, kolaylığı halinde  muhafaza ediniz. Şer’iatın bu maksadını ihlal edecek tevilat vesaireden sakınını,  kolay işinizi zoraltmayınız, demektir. Örf ve adete tahvil edilen şeyler; herkesin bildiği ve alışkın olduğu şeyler olduğundan, bu işin mahiyetinde bir kolaylık vardır. Bundan maksat, bu değil de şudur diye meseleyi herkesin anlayabileceği ve yapabileceği şekilde çıkarıp da yalnız bazı kimselerin anlayabileceği ve yapabileceği şekilde sokmak tevildir ve güçleştirmektir. Şer’an yasak ve menhidir. Ve örfen malum olan bir şeyi hemen olduğu gibi alıp amel edivermekte kolaylık  bulunduğundan bu halde kalması şer’an muteber ve matluptur. Böyle yapmayıp da bundan maksat nedir  diye sormak bile; işi zorlatmak demek olduğundan bu da yasak ve menhidir.

         Mesala bir adem birine çarşıdan bir kilo elma getirdiyse, o adam da gidip her hangi elmadan bir kilo elma getirse vazifesini ifa etmiş olurdu. Hem bunda bir kolaylık vardı, böyle yapmayıp da nasıl elma istersiniz diye sorsa, o da ekşi elma getir dese, şimdi iş biraz zoraldı. Ekşisini bulmak lazım geldi ve tekrar sorsa; küçüklüğü, büyüklüğü nasıl olacak, dese; o da: her biri ellişer dirhemlik olacak dese, şimdi iş  ne kadar zoralmış olur. Böyle lüzümsuz sualler kolay işi zoraltmak demek olduğundan, örfen malum olan şeyleri tevil etmek nasıl yasak ve menhi ise sormak da öylece yasak ve menhidir.

         (Bakara) kıssası, cümlenin malumüdür. Bir sığır kessinler emrini; her hangi bir sığır kesiverseler idi yerine getirmiş  olacaklardı. Nasıl sığır olacak dediler; şöyle şöyle sığır olacak buyuruldu. İş biraz zoraldı. Yine sordular, tekrar bazı evsaf daha ziyade edildi, iş daha zoraldı. Öyle bir sığır dünyada nadir bulunacak bir hale geldi. Böyle lüzumsuz sualler; kolay işi zoraltmak demek olup, sakınmak lazım olduğunu Cenab-ı Hak bu vak’a ile bize anlatmıştır.

         Ve yine Kar’an-ı Kerim’de (Lateselu an eşyae in tubde lekum tesu’küm) (*)(Maide: 101) buyurulmuştur. Öyle her şeyi sorup durmayınız. Cevabı zuhur edecek olursa sizin için fena olur, demektir. İşte bu ayeti kerime ile de bu hikmete işaret buyurulmuştur ki, çok sormak, çok kaydlere mucip olur, kolay işler zoralır.

         Şeriatın bu mesleki bidayei İslamda Müslümanların kalbine tamamiyle yerleşmiş olduğundan şer’i emirlerin zahirinden anlaşılan manası murad olduğunu hemen anlayıverirler ve hemen anladıkları gibi amel ediverirler idi.  Meseleyi tamik etmezlerdi, incelemezlerdi. (Ruhulbeyan) da bu ayetin tefsirinde diyor ki; haccın farz olduğuna dair ayet nazil olduğunda (Sürake) her sene mi hac edilecek? Diye sordu. Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, yüz çevirdi, cevap vermedi. Tekrar sordu, yine cevap vermedi. Üçüncü sualinde (hayır) buyurdu. Eğer (evet) deseydim, her sene hac etmek vacib olurdu. Benim söylemediğim şeyleri sormayınız. Evvel geçen ümmetler; peygamberlerine çok sormaları ve çok ihtilafları yüzünden helak oldular. Ben, size ne emredersem onu tutunuz ve neden nehyedersem ondan sakınınız buyurmuştur, diyor (19) (Ruhul Beyan, C.1, S.600)

         Hazreti Ömer Radiyallahu anh Efendimiz; bir hutbesinde şu ayeti kerimeyi okudu: (ve fakiheten ve ebba). Bu ayeti kerimenin içindeki (abba) kelimesinin manasını bilmediğini o zaman hatırladı, cemaatten sordu: (Ben bunun manasını bilmiyorum, bu nedir?) buyurdu ve derhal Hazreti Ömer sözünü geri aldı: (Şeriatta: tamik, yani: incelemek yoktu, ben sözümü geri aldım) buyurdu (20) (Fethul bari şerhi sahibul buhari, C. 18, S, 211, Kitabul i-tisam ve fakiheten ve ebba Abese, ayet 31, Hazin Tefsiri)

         Hazreti  Ömer’in bu sözü: kendisinin adab-ı şer’iyeye ne kadar bağlı olduğunu bir kat daha açıklamış ve unutulduğu bir zamanda; mesleki şer’i şerifi bize hatırlatmış oldu, Allah kendisinden ve sahabelerden razı olsun.